Var Bunlar ekibi, T24’e konuştu

Cansu Diktaş Altınok: Birinci ve ikinci sezon çok beğenildikten sonra hakikaten üçüncü sezon için büyük bir beklenti oluştu. Ama bence bu sezon da tatmin edecek seyirciyi. Biz en az ilk iki sezon kadar kuvvetli bölümler yapıldığına eminiz. İçimiz rahat.
-Neden üçüncü sezon için üç sene beklediniz?
Giray Altınok: İkinci sezondan sonra Youtube üzerinden izlenip dizinin patlaması ve çok insana yayılması 6 -7 aylık bir süreci buldu. O ivmelenme görününce “Hadi yeni sezonu ne zaman yaparız?” dendi. Günün sonunda 13 bölüm senaryo yazıyoruz. Arada başka işlerimiz vardı yapmak üzere olduğumuz, onlar da süreyi uzattı. Sonra senaryolar yazıldı, sonra çekildi, sonra yayına girdi derken üç seneyi buldu. Ama bu aranın bir bir buçuk yılını izlenme payına yor. Youtube’dan önce 3. Sezon yoktu gündemde.
-Dizinin Youtube’a verilmesi sizin fikriniz miydi?
Kerem Özdoğan: Yok TOD’un kendi planıydı. Ha sorsalar halkımız için “evet” derdik tabii (gülüyor). Bizce doğru bir hamleydi.
-Üçüncü sezonun ilk bölümü Muzip Köylüler İki, hem işin kemiğini koruyan hem de komedi alanınızı genişleten bir bölüm. Kendi sektörünüze bir eleştiri getiriyorsunuz. Sinema filmlerinin belirli kategorilere sıkışması, popüler olanın dayatılması gibi meselelere giriyorsunuz…Neden böyle bir konuyla başlamayı tercih ettiniz sezona?
Giray Altınok: Muzip Köylüler İki, mesajın daha belirgin olduğu daha değişik bir bölüm oldu. Aslında biz özellikle mesaj barındıran bir bölüm yapmak niyetinde değildik. Bölümleri bazen tek bir replikten, bazen tek bir şakadan, bazen bir ihtimalden çıkarıyoruz. Bu bölümü yaparken de amacımız alıştığımız Var Bunlar bölümlerinden birini yapmaktı ama işimiz bu konuyla örtüştüğü için bir mesaj veriyor gibi olduk. Bunu sonradan fark ettik ama çok da üstüne düşmedik. Mesleğimiz oyunculuk. Sinemayla ilgili bir bölüm yapıyorsak, ülkede bu anlamda da bir sıkıntı varsa; yapımcı tarafında da, sinemalar tarafında da, filmlerin kalitesi tarafında da, “Bu mesaj ortada kalırsa güzel olur. Birileri de bundan bir şeyler alır” diye düşündük. Seyircinin de kendi payına düşeni alabileceği, “Ben ne izliyorum, neye paye veriyorum ve sonuç niye böyle oluyor?” diye sorgulayacağı bir bölüm oldu. Ama Var Bunlar karakterleri sinemada bir film seyredip sorunsuz çıkabilecek bir grup değil. Basit bir film izleme işini bile çok uzun ve büyük bir olaya dönüştüreceklerini görüyoruz. Var Bunlar’ın bütün matematiği bu ekibin küçücük bir olaydan ellerine yüzlerine dolanan bir şeyler yaşamaları üstüne kurulu. O açıdan aynı matematiği koruduk, kesinlikle bu ekibin yaşayabileceği bir maceraydı.
Kerem Özdoğan: İlk sezonun üçüncü bölümünde de bir sergi-güncel sanat konusu işlemiştik. Burda yaptığımız da sergi bölümünde yaptığımızdan çok farklı bir bakış açısı değil aslında. İzlerken ister istemez odağımız nerede ise ona yoğunlaşabliyoruz. Yoksa sergi bölümünde de aynı eleştirel durum vardı.
Kerem Özdoğan, Cansu Diktaş Altınok ve Giray Altınok
-Bu bölüm biraz da sizin neden bir sinema filmi yapmadığınızın bir açıklaması mı?
GA: Biz bir sinema filmi yapıyoruz. Şimdi yakın zamanda yapacağız. Sinemayla ilgili bu eleştiriyi yapıp da geriye çekilmiyoruz. “Bakın sinema ne halde?” deyip elimizi taşın altına koymuyor değiliz. Bakalım göreceğiz anlattığımız kadar işler kötü mü değil mi? Ya da bizim filmimiz o dalga geçtiğimiz örneklere benziyor mu benzemiyor mu? (Gülüyor) |
-Nasıl bir film geliyor?
GA: Güzel bir komedi geliyor. Yine Kerem ile beraber yazdık, ikimiz de oynuyoruz. Bu projede Cansu yok. Çocuk da olduğu için, hanım “ben bu işte olmamayım” dedi (gülüyor) , bir de onun sırada bekleyen başka işleri de var.
-Tufan ilk izlediğinde mimik oynatmadığı filmi defalarca izliyor ve izledikçe de gülüyor. Nasıl ki orta halli bir şarkıyı bin kere dinleyince hoşunuza gitmeye başlar, bir skeç de 20 tane WhatsApp grubundan forward edilince “Tamam Okay hadi, komik” oluyorsunuz. Popüler olanın dayatılması veya vasat komediye alışılması hakkında ne düşünüyorsunuz?
GA: Bizim kendi içimizde seyirciden bağımsız bir çıtamız var. Yaptığımız şeylere birlikte gülüyor muyuz, gülmüyor muyuz ona bakıyoruz. Gün gelir yaptığımız işlere biz hala gülüyor oluruz ama seyircinin “cringe” dediği yere çoktan düşmüşüzdür ve biz onu fark etmiyoruzdur…. O zaman sıkıntı olur ve ona bakarız. Bu bölümde Tufan’ın başına gelen şeyi “Bir şeyi bu kadar çok seyredersen onun esiri olursun ve seyrettiğin şey sana doğru gelmeye başlar” cümlesiyle açıklayabiliriz. Bir yalanı ne kadar yüksek sesle bağırırsan o kadar gerçek gibi görünür ya, o durumu yaşıyor ve bunu bir kitle ile birlikte yaşıyor. Bir noktada “aslında bunlar çok güzel filmlermiş” gibi bir yanılgıya düşüyor ve o işleri arkadaşlarına bile savunuyor. Mağara örneği gibi. Mağaranın içindeyken her şey çok renkli ve doğru gelmeye başlıyor. Dışarıdakiler gelip “ne yapıyorsun?” dediğinde verecek bir cevap kalmıyor.
-Şimdi “çıta” dedin, o zaman biraz Seinfeld’den bahsedelim. Var Bunlar’da kurduğunuz dünyanın Seinfeld etkili olduğunu biliyorum. Çok da seviyorsunuz. Giray hatta senin bir Seinfeld dövmen varmış. Nasıl bir dövme bu “Only Seinfeld can judge me” falan mı yazıyor?
GA: (Gülüyor). Keşke daha önce söyleseydin yaptırırdım. Benimkinde dördünün saçları var, altında da “everything about nothing” yazıyor.
Var Bunlar’dan sahne
-Aslında bir işin Seinfeld etkili olması bir eleştiri veya büyük bir keşif değil çünkü Seinfeld neredeyse bir alt tür. Dünyada da Türkiye’de de bundan etkilenen yüzlerc iş sayabiliriz. Benim merak ettiğim sana dövmesini yaptırtacak kadar sevdirten, hayran oldurtan özelliği ne Seinfeld’in?
GA: Ben üniversite ikinci sınıftaydım, o zamanlar Cnbc- e vardı. Bugünkü gibi film siteleri, kaçak izleme gibi şeyler yoktu. CNBC-E ‚de her akşam bir bölüm yayınlanıyordu. Ben orada tanıştım. Sonra bizim mahallemizde CD aldığımız bir abi vardı. O abimiz bana İstanbul’dan 9 sezonu birden buldu, hediye etti. Seinfeld komedi yazarları için bir diziden çok bir din. En temel, en iyi, en saf yapılmış i̇şlerden. Hiçbir şekilde bir şaka yapmak amacıyla yola çıkmıyorlar. Tamamen bir durum yaratıyorlar. İyi bir durumun varsa repliklerle coşkulu bir şey yapmana gerek kalmıyor. Esler, müzikler, tepkiler, reaksiyonlar, bazen kendi aralarında repliksiz gülmeleri bile o durumun içinde komik oluyor. Bunu ilk defa Seinfeld’de gördüm. Bu bir altın madeni. Kendi kendime “Bir gün bunu yapabilirsen hakikaten sonu yok” dedim. O yüzden Var Bunlar’ın dünyasında karakterlerin başlarına gelebilecek şeylerin sonu yok. Sadece bir tuvalet kapısının önünde durarak bile bir sürü şey yaşayabiliyorlar. Çünkü bir durum yaratıyorlar.
-Var Bunlar son derece bekar ve vicdansız bir komedi. Üçünüz de yeni anne baba oldunuz. Merak ediyorum anne babalık yazdığınız konuları, dikkatinizi çeken şeyleri değiştirdi mi?
GA: “İnşallah çoluk çocuğumuz böyle tiplere denk gelmez” dedik (gülüyor). Allah iyilerle karşılaştırsın.
KÖ: Yazarken çok bir şey değiştiğini zannetmiyorum. Çünkü karakteri düşünerek yazıyoruz. Bir durum komedisi var ve o durumu karakterler üzerine yüklüyoruz. Babalık da öyle zıp diye yüklenen bir şey değil. Mesela sizinki kaç aylık oldu 8-9 mu?
CDA: 11!
GA: Her günü dolu dolu yaşıyoruz. Öyle kolay kolay o iki ay indiremezsin (gülüyor).
CDA: Var Bunlar komedisi özelinde pek bir şey değişmedi aslında. Sadece çocuklara olan bakış açımız şahsi olarak biraz değişti. Bakış açın daha şefkatli oluyor, empatin yükseliyor ama annelik de otomatik yüklenmiyor. Yaptığın iş açısından çok bir şey değiştiğini düşünmüyorum.
-Bir bölümde “Buket sen olmasan hiç olarak geberip gideceğiz” diye bir replik vardı. Cansu sence Buket neden bu iki salağı hayatında tutuyor hala?
CDA: Çünkü o da bence öyle, onun da çıkarcı olduğu çok durumlar ve anlar var. Buket de çok şuursuz bir karakter.Buket, Tufan ve Samet’ten çok daha akıllı sanıyor kendini ve onları yönlendirebileceğini sanıyor. Biraz anne gibi, abla gibi falan davranıyor ama aslında en şuursuzları Buket. Hele bu sezon çok şuursuz bölümleri var Buket’in. Heyecanla beklediğim bölümleri var. Onun da çıkarcı olduğu çok durumlar ve anlar var. Komik olan Buket’in kendini akıllı sanması. Ona gülüyoruz. Seinfeld’de Elaine de daha iyisini hak ettiğini düşünür ama aslında daha kötüsünü hak eder ya..Onun gibi.
Var Bunlar
-Var Bunlar, Prens, Karşılaşmalar, Başka Bir Sen…Bunların hepsi de başka başka platformlarda yayınlanıyor. Bu çok alışık olduğumuz bir durum değil. Bilerek mi böyle dağıttınız yoksa fazla talepten mi kaynaklandı?
GA: Farklı işlerimiz farklı platformlarda yayınlanıyor çünkü biz üretken bir yapıdayız. Sıradaki işimizi de aynı platforma vererek rekabette negatif bir yere düşmek istemiyoruz. Farklı alanlarda, farklı insanlarla, yeni ekiplerle ve yeni kanallarla daha çok insana ulaşalım istiyoruz. Amiral gemisi işimizi verdiğimiz platforma bir tane daha iş verdiğimiz zaman seyircinin gözünde aynı anda iki dizide oynuyor gibi oluyoruz. Platformların renkleri de birbirinden farklı. Ne kadar çok insana ulaşabilirsek o kadar iyi. Çünkü herkesin her platformda üyeliği olamıyor. Platform üyelikleri ciddi bir ekonomi. |
-İşlerin arasında da bir akışkanlık var. Var Bunlar’ın 3. sezonu bekleniyordu o sırada Prens yayına girdi, şimdi Karşılaşmalar yeni sezon duyurusu geldi gibi.. Çok fazla görünür olmak konusunda bir endişeniz var mı?
KÖ: Var tabii endişe olarak. Ama amacımız “hadi görünelim, hadi yapalım, hadi üretelim” değil. Biz kanalların yayın takvimlerini belirlemiyoruz. Bize gün veriyorlar biz de o takvime uyarak çekim yapıyoruz. Var Bunlar 4-5 ay önce çekildi, Prens ondan önce… “Şu hemen yayına girsin, tempo düşmesin, hep seyirci bizi görsün” gibi bir derdimiz yok.
GA: Şimdi yüzümüzü eskitmeyelim diye çekiliriz kenara, başka bir komedyen çıkar alır yürür, gerek yok (Gülüyor). İçeriğin kalitesi yüksek olduktan sonra durmanın anlamı yok Zaten toplam 4 tane işimiz var. Bizim bunu çok kısa zaman içerisinde oturtmamız ve izlenir hale getirmemiz insanları şaşırtıyor.
-Dizilerde bir son nokta planı var mı? Prens beşinci sezonda bitecek, Var Bunlar 4 sezon olacak gibi ?
GA: Yok. Gittiği yere kadar.Her işin son sezonundan sonra karar veriyoruz. “Bundan bir tane daha yapılır mı yapılmaz mı, aynı kalitede devam eder mi etmez mi?” diye soruyoruz kendimize.
KÖ: “Biz neyi istiyoruz?” diye bakıyoruz. Var Bunlar özelinde doygunluğa ulaştığı noktayı hissederiz. Prens’te de hikayenin bağlandığı yeri hissederiz. “Bir yol tutturduk oradan 30 sezon gideriz, çocukların üniversite parası çıkar” diye bakmıyoruz (gülüyor).
-Cansu sen yazım sürecinin ne kadar içindesin? Bakıp eleştirdiğin, “bu böyle olmasın” dediğin yerler oluyor mu? Kendin bir şeyler yazıyor musun?
CDA: Ben onlardan çok bağımsızım. Giray ve Kerem proje üretiyorlar ve çok başarılılar. Ben sadece fikir olarak destek verebiliyorum. Okuyup dönüş yapıyorum. Kendim bir şey yazmıyorum şimdilik ama ileride çok isterim. Benim kariyerim onlardan bağımsız da ilerliyor. Başka bir platformda Eylül’de bir işim çıkacak. Açıklayamadığım bir projem daha var. Dramaya yöneldiğim işler de var.
-Aranızda daha emniyetçi veya “sansürcü” olan kim? “Şu konuya değinmeyelim”, “aman şunu söylemeyelim” gibi birbirinizi durdurduğunuz oluyor mu?
GA: Sansürcülükten ziyade Kerem’in “Bu konu şuradan şuraya, şuradan da şuraya gidip de başımıza iş açmasın? Şuna gönderme sanılmasın?” gibi bir durumu var. “Birinin böyle bir şey düşünmesi için deli olması lazım” diyorum. “Her şey olabilir” diyor. Çok zor Norveç’te yazarlık (gülüyor).
-Giray’ın bir röportajında “Komedi toplumsal sorunlarla baş etme aracına dönüştü, toplumsal yapıya dair bir söz söyleyen işleri çok seviyorum” gibi bir sözü vardı. Sizin eserlerin toplamına bakarsak toplumsal sorunlara dair nasıl bir söz söylüyorsunuz?
KÖ: Monarşi ’ye dikkat edin! (Gülüyor).
GA: Geçmişten beridir toplumsal meselelerin ön plana çıkarıldığı içeriklerle büyüdük, Olacak O Kadar’lar gibi.. Ben Güldür Güldür’de de iki buçuk yıl bu tarz mizah yapılan bir yerde çalıştım. O yüzden mizahta “bakın burada bir sıkıntı var” diyen işleri seviyorum. Ama bu çok hassas bir denge, alakasız bir yerde “bakın burada ne var!” diye göstermekle, bir akışın içinde seyircinin o meseleyi görmesini sağlamak arasında fark var. Yazdığımız işlerin konsepti eğer buna müsaade ediyorsa, ne kadar kullanacağımıza karar veriyoruz. İçeriğin uymadığı bir işte bir toplumsal olay göstermeye çalışmak “Ne anlatıyorsunuz kardeşim siz?” dedirtir. O çok hassas dengeyi kurmaya çalışıyoruz. Var Bunlar konsepti mesela çok müsaade etmiyor. Üç karakterin de “Bana ne dünyadan, ne olursa olsun” dediği bir evren. O yüzden onların bir meselenin altını çiziyor olması abuk olur. “Savaşa hayır!” diye üstüme yırttığım bir bölüm vardı. Bunu “savaşa hayır” diye düşündüğüm için değil, tamamen kendi çıkarıma bir şey olduğunu zannettiğim için yapıyordum. Bunlar bu kadarlık karakterler. |
KÖ: İnsanlara mizah aracılığıyla toplumsal bir meseleyle ilgili bir şey verme düşüncesi fazla kibirli bir düşünce. Yani ne verebilirsin ki? Ya da vermeye çalıştığın zaman başarabilecek misin onu sunduğun ürünle? Hiciv mizahı evet Devekuşu Kabare, Olacak O Kadar zamanları olur. Ama şu an böyle bir konseptin içerisinde bunu yapsak didaktik olur ki bu da inanılmaz itici olur.
Kerem Özdoğan, Cansu Diktaş Altınok ve Giray Altınok
-Çok eski örnekler değil mi bunlar? Örnek olarak illa Olacak O kadar’ı veya o didaktikliği almak zorunda değiliz.
CDA: Şu anda insanlar komediyi eğlenmek ve kafa dağıtmak için izliyorlar. Zaten o kadar çok şey düşünüyor ki insanlar günlük hayatta, “artık bu konuyu da burada görmeyeyim. Bu da bana burada dokundurulmasın” diyorlar bence. Bir de kötü giden bir meseleyi bizi izlerken mi, o an mı fark edecek yani? (gülüyor) Ben öyle hissediyorum.
GA: Ben de şöyle hissediyorum: Herkes her şeyin farkında. Ve herkes senin ne kadar risk alacağına bakıyor. Örneğin “bakın burada şu çok kötü” diyorsun, “ona kötü derken ne kadar sertleşebiliyorsun onu göreyim” diyor. Herkes test ediyor birbirini. Niye gireyim ki bu teste?
-Peki siz kafa dağıtmak için neler izliyorsunuz?
GA: Banu Berberoğlu’nu izliyorum. Banu Berberoğlu geri döndü. Banucuğumuz çok iyi bakmış kendine. Modu iyi keyfi yerinde. Ve insanları sallamadığı bir boyuta geçmiş. Dün sette bütün gün onu izledim. Dizi izleyemiyorum. Yok, başlıyorum bitiremiyorum. Çok üzülüyorum. Studio’ya başladım şimdi iki bölüm izledim, deliler gibi sevdim.
CDA: Ben de Youtube’da çok şey izliyorum. Biraz Youtube çöplüğüm var, isim vermeyeyim. (Gülüyor). Türk dizilerine çok hakimim. Kızılcık Şerbeti, Uzak Şehir izliyorum.
KÖ: Prens yazıyorsak tarihi işler izliyorum. Var Bunlar yazıyorsak Seinfeld veya The Office açıyorum. Ne iş yapıyorsak o konseptte şeyler izlemeyi seviyorum. Yeni bir şey deneyimlemeye vakit yok. Açıkçası sosyal medyadaki influencerlara daha çok gülüyorum. Yunus Yılmaz’a çok gülüyorum.
-Sizin işlerinizden kesitler de sosyal medyada çok paylaşılıyor, rtleniyor. Yaptığınız işlerin meme malzemesi olmasını nasıl yorumluyorsunuz? Ona yönelik bir üretim yapıyor musunuz? Şakaları kısaltmak veya viral olacak şakayı öne çıkartmak gibi?
GA: Biz yazarken hiçbir zaman “Şu cümleye dikkat et. Bu cümleyi bir sene sonra her yerde duyacaksın” gibi yaklaşmıyoruz. Mesela “aklımı deliricem” çok basit, sadece o anlık Prens’in söyleyeceği saçma bir cümleydi, ama çok sevildi. Biz neyi seyircinin çıkarıp yukarı taşıyacağını bilemiyoruz. Ama Prens’in kesitlerinin tiktokta remixlenmesi çok hoşuma gidiyor. Var Bunlar’ın da özellikle karakterlerin birbirini zorbaladığı kesitleri çok paylaşılıyor.
-Prens’te bir ortaçağ komedisi yapıyorsunuz. İşin komedisi de o döneme güncel kodlarla bakabilmekten geçiyor. Yaşadığımız dönemin yeni bir orta çağ olduğunu söyleyen bir çok düşünür var, otoriterleşmenin, dogmacılığın artması, din ve kimlik siyasetinin yükselmesi gibi bir sürü parametre buna örmek gösteriliyor. Bu fikre nasıl bakıyorsunuz?
KÖ: Temel dünya konjonktüründe politik yönelim açısından bu denilenler doğru olabilir. Ama bana şey gibi geliyor. Bir dönem var, o dönemi tamamlıyorsunuz. Yeni bir dönem başlıyor. Gene bu döneme ulaşılıyor. Yani aslında döngü hiç bitmiyor. Mesela şu anda z kuşağı hakkında çok konuşuluyor, “Z kuşağı şöyle, z kuşağı böyle”…Bizim ebeveynlerimizin, bir önceki neslin bir sınırı vardı. Bu sınır mesela diyordu ki “Dışarıda erkekler şort giymez”. Yeni bir kuşak geldi, o sınırın üstüne doğduğu için ötesini gördü. Dedi ki “Bir dakika niye şort giymeyecekmişim?” Sonra bunun üstüne çıkıldı, başkası dedi ki “Erkekler de slip mayo giyebilir”, işte biz o sınırda durmalıydık (gülüyor). Şimdi biz her seferinde bir çemberin içinde kalıyoruz. Bir sonraki nesil için “bu kadarı da yapılmaz artık” diyoruz. Belli bir yaşa gelmiş insanlar “Bizim zamanımız çok iyiydi, Şimdi her şey battı” diyor. Sanki “Ben ölüyorum, siz ne yaparsnız yapın” diyormuş gibi geliyor bana. Sistem bozulmaya eğilimlidir. Temel termodinamiğin yasası budur.Minimum enerjiyle maksimum düzensizliğe ulaşmak…
Var Bunlar’dan bir sahne, Kerem Özdoğan
-Çok sayısal bir bakış oldu, şimdi bir sosyolog olarak Giray’a soralım o zaman.
GA: Yok ya katılmıyorum, ne orta çağı, herkesin elinde telefon var, çıkar göster! (gülüyor). Tabii çok detaylı konuşulması gereken bir konu bu. İmkanlar olarak ne alakası var orta çağla ama durumlar ve yaşadığımız bazı şeyler olarak tabii ki…
-Var Bunlar’a dönelim. İlk bölüm Tufan filme hiç gülmeyince bilet parasını geri istiyor. Sinemaya gidip paranızı geri isteyecek kadar beğenmediğiniz bir film var mı?
CDA: Benim yarıda çıktığım çok film var. Yani paramı yakıp çıkıyorum, zaman kaybetmeyeyim diye.
GA: Bir filme gidince tutunacak bir şey arıyorsun. Çünkü 55 dakika ilk perde. O 55 dakikada tutanacak bir şey bulamadıysan, kalmak için çok sinema aşığı bir insan olman lazım.
-Şimdi sizin de sinema filminiz geliyor. Ve sinemaya gitme oranı çok düştü. Tufan da bir film için diyor ya “ben bunu izlemek için platforma gelmesini bekliyorum rahat rahat evimde izleyeceğim” diye. Korkutuyor mu sizi, “filmimiz ya izlenmezse” fikri?
GA: Korkutuyor tabii. Yapımcımızı daha çok korkutuyordur (gülüyor). Şaka bir yana, birilerinin hakikaten bir şeyler yapması, iyi filmler yapmaya en azından çalışması ve seyirciyi tekrar sinemalara çekmesi lazım. Bu sosyal bir sorumluluk bence. Sinemaya gitmenin içinde birlikte yaşama isteği, toplum bilinci, hepsi var. Ama en başta ekonomik sebepler, pandemi, arkasından bilet, yapımcı, popcorn krizleri falan derken, sinemaya gitme alışkanlıkları değişti. Yapımcı ne yapsın, sinemacı ne yapsın, bilet alan ne yapsın, halk ne yapsın? Maliyetler öyle yükseldi ki, adam da o kadara bilet satmak zorunda kalıyor. |
-Bir de kişisel konfora düşkünlük çok arttı. Sinemaya gidip o kadar para verip sağımda birisi, solumda birisi, sıcak mı olacak, önümü görebilecek miyim, uzun biri mi gelecek derken, insanlar evinde izlemeyi tercih ediyor.
KÖ: Aslında bu dediğin şeyler sinemayı güzel yapan şeyler. Hep beraber kahkaha atabilmek, toplumsal bilinç, birlikte hareket edebilmek.
GA: Ciddi bir izolasyon içindeyiz. Bir araya gelme bilinci yavaş yavaş koptu. Sinema gitti, o gitti, bu gitti. Hiçbir şey için bir araya gelinememeye başlandı. Televizyonda sadece drama izlenmesi komediyi bitirdi. Televizyonda artık komedi yok. Sinemada izleyebiliyorduk. Şimdi bu pahalılıkta komedi filmleri de yapılamamaya başlandı. Komediler yarın öbür gün başka sebeplerle dijital platformlardan da çekilirse gülünecek hiçbir şey kalmayacak.
CDA: Umarız sinema bitmez. Sinemanın bitmesi çok büyük bir kriz olur. Yani bence ayağa kaldırmak için bizim sektördeki insanların bir şeyler yapması lazım. Giray ve Kerem şimdi çok da şevkli bir şekilde böyle bir adım atıyorlar. Bu kadar çok takipçisi olan, onlar kadar seyircisi ve seveni olan insanların sinemayı coşturması gerektiği bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum. Herkes platformlara yönelirse sinema ister istemez ölecektir.
Kerem Özdoğan, Giray Altınok ve Cansu Diktaş Altınok
-En son sinemaya gidip severek izlediğiniz, “İyi ki bunu sinemada izlemişim” dediğimiz ne var?
GA: Barbie, Oppenheimer.
KÖ: Inside Out 2. Eskiden sinemaya gitmek daha kolaydı. İzmit’te oturuyordum ben. Çarşıya çıktığımızda çarşının içerisinde bir sinema vardı. Şimdi AVM’ye gitmek zorundayım. AVM’ler de her zaman şehir merkezlerine yakın olmuyor. Ege Üniversitesi’nde tiyatro yaparken, turneye gittiğimizde, oyun oynanmasına beş saat var mesela, “hadi bir sinemaya gidelim” derdik. Çünkü hemen köşede sinema vardı. Şimdi sinemaya gitmeyi kültürel bir aktivite olarak alamıyoruz çünkü AVM’ye gidiyoruz sinema için. AVM’ye gitti bir aile onun yol masrafı, yemek yemen gerekiyor, sinemaya gittin, mısır parası.. Toplasanız herhalde önemli bir para ediyor.
-“Prens’i satmamız 3 yıl sürdü” demiştiniz. Var Bunlar’ı satmanız ne kadar sürdü?
KÖ: Hiç sürmedi. İlk sunduğumuz yer TOD’du. Yapımcımız Elif Yakarçelik geldi söyledi. Bir ay, bir buçuk ayda birinci bölümü taslak olarak hazırladık, sunduk. “Evet ne zaman başlıyoruz?” dedi TOD da.
Uzun bir süre fikrinizi birine anlatmaya, satmaya çalıştıktan sonra şimdi fikirlerinizin, projelerinizin çok kolay alındığını, beğenildiğini görmek bir motivasyon mu?
KÖ: Motivasyon aynı zamanda da kaygı, bir risk. Çok şükür o konuda Giray da öyledir: Bir fikre birileri “Bu çok komik, bu alır gider” falan deyince insan bir duraksıyor. “Bir dakika ya, beni mi goygoyluyorlar acaba, ben mi bir şeyleri kaçırıyorum? Kendimi eleştirme yetimi mi kaybettim?” diyorsun, o da kaygıyı daha da artırıyor.
-Yazdığın metne en sağlam eleştiriyi kim yapıyor?
KÖ: Giray yapıyor, ilk ona okutuyorum zaten. Yazdığımız şeyleri birbirimize gönderiyoruz. İkinci okuyan da eşim Cansu (Kahvecioğlu Özdoğan) oluyor. O da dramaturg olduğu için çoğu zaman çok doğru tespitleri oluyor. Israrla doğru tespit olmaması üzerine manipülasyon yapıyorum (gülüyor).
GA: Sonra terlik fırlatıyor işte sezon finalinde (gülüyor).
Kerem Özdoğan, Var Bunlar’dan bir sahne
-Eşinin Prens’in son bölümünün izlediği video viral oldu.
KÖ: Evet ya sanki küfür ediyormuş gibi algılandı. Hiç de küfür etmiyordu. “Bu sezon okutmasana, nasıl bir his bir göreyim” dedi. Ve ben hiçbir şey söylemedim. Hatta “Finali hemen izle bak, sosyal medyaya giremeyeceksin” dedim. Kahvaltı yaptık, izlemek için oturduk. Ben de o anı beklemek için kuruldum. Biliyorum yani bir şov başlayacak, ve öyle de oldu.
-Yaptığınız işler arasında sizin komedi anlayışınıza, kalbinize en yakını hangisi ?
CDA: Benim hakikaten Var Bunlar. Kalbimde her zaman en özel olan iş o.
KÖ: Başka Bir Sen’ i çok başka bir yere koyuyorum. Çünkü o bizim Giray’la 2016’da “Hadi gel beraber bir şey yapalım” dediğimiz ilk proje. Prens’ten, hepsinden önce.
-Var Bunlar’da bu sezon favori bölümleriniz hangileri?
CDA: Altın Çilek Ödülleri.
GA: 4-400.
KÖ: Karşılıklı Gol Var.
Binnaz Saktanber kimdir? Ankara’da doğdu. Tevfik Fikret Lisesi ve başarı bursuyla okuduğu Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Gazeteciliğe okul yıllarında Sabah Gazetesi ve Turkish Daily News’da çalışarak başladı. Fulbright bursuyla gittiği ABD’de The City University of New York’ta siyaset bilimi üzerine lisansüstü eğitimini tamamladı. New York’ta yaşadığı yıllarda Türkiye’nin ilk bloglarından Loonybinsblog’u kurdu, Radikal İki, Birikim, Bant Mag. gibi yayınlarda yazı ve makaleleriyle yer aldı. Aynı zamanda The Museum of Modern Art, The Metropolitan Museum of Art, Film at Lincoln Center, Carnegie Hall gibi kurumlarla film, görsel sanatlar ve performans sanatları üzerine projeler geliştirdi ve yönetti. 2012’de Türkiye’ye dönüşünden itibaren politika ve kültür-sanat alanındaki yazılarıyla The Guardian, CNN International, Roar Magazine gibi uluslararası yayınlar için yazdı, Witte de With Review’un İstanbul temsilciliğini yaptı. Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinde popüler kültür, televizyon ve sinema üzerine yazdı. 2021-2024 yılları arasında haftalık yazı ve röportajlarıyla Gazete Oksijen ‚de yer aldı. Eylül 2024’te T24 ailesine katıldı. |